Bekleyin! Ruh, bedene yetişsin!
Bayram- bayram derken bayram da bitti gitti!
“Ya ömür bitiyor bayram nedir ki!” dediğinizi duyar gibiyim sanki!
Geçen anların, yılların yanında bir bayram daha geçmiş, ne var ki!
Bir anlamda doğru tabi ama bu bayramların seyranların, hayata attığımız çentikler olduğunu düşünürsek de valla bunların gelişleri heybetli, bitişleri etkili!
Hep bir koşturmaca her bir yere yetişme, bir şeyleri yetiştirme telaşındayız! Sabahın köründen, gecenin geç saatlerine uzanan o zaman diliminde rutinin içinde dönüp duruyoruz. Laboratuvarda çarkın üzerinde dönüp duran kobay fareleri gibi hissediyorum kendimi bazen. Hayat da pek keyifli değil nicedir! Bitmek bilmeyen seçimler, hemen herkesi, her geçen gün yoksulluk sınırına yaklaştıran hayat pahalılığı, virüsler-hastalıklar, artık yakından duyulan savaş tam tam’ları, sadece eski bayramları değil mumla aratıyor tüm o eski zamanları! İş- güç, trafik, okul ve aynı düzen içinde uğraştığımız onca mecburiyete kısa bir mola işte bu minik molalar! En sevdiğimiz diziyi izlemek bile bu günlük rutinin içinde bir parça haline gelmişti, bayram haftasında diziler de yayınlanmadı neyse ki!
Tamamen durmamak için arada bir durmak lazım hayatta! Mola dediğimiz de şey de tam bu aslında! Birileri bizi çekiştirirken oraya buraya, bir şeyler bizi tüketirken parça parça, boğulmak üzereyken derin sularda, nefes almak için yüzeye çıkmak gerekiyor mutlaka! Beden ne kadar dinlenirse dinlensin, ruh dinlenmedikçe ne fayda!
Bununla ilgili çok sevdiğim bir hikâye var;
Peru’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızlı tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve öylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar, buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar ve sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor:
– Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik?
Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki:
– Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik!
Dedim ya öyle bir zamandayız ki hiçbir şeye tam olarak yetişemiyoruz ne çevremize, ne ailemize, ne işimize ne de kendimize! Bölük pörçük vakitler ayırıyoruz her bir kaleme ama yine de hepsi hikâye! Sürekli bir eksiklik duygusuyla duvarlara çarpa çarpa kanatıyoruz kendimizi!
Hiçbir şeye vaktimiz yok bizim, gerçekleşmesinden çok gerçekleşme ihtimalini sevdiğimiz hayallerden başka!
Şu kısacık bayram tatilinde anladım ki hayat, yalnız bizim izin verdiğimiz gibi geçer; iyi ya da kötü, hızlı ya da yavaş ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda!
Sahi sizin ruhunuz bedeninizin neresinde?
Duraksadınız mı?
O halde durun ve bekleyin yetişmesini, ruhunuzun bedeninize!
………………………………….*……………………………
Eldivenleriyle Bekliyor Orada
Serde avukatlık olunca mevzu daha ilginç hal alıyor tabi!
Hukuka dair her hikaye, savunmaya dair her anekdot, iz bırakıyor bende! Misal hiç unutamadığım hikayelerden biridir ünlü avukat Petrocelli’nin o meşhur davası!
Ünlü bir futbolcu, eşini öldürmekle suçlanıyordu ve tüm deliller ünlü futbolcuyu gösteriyordu. Ancak eşinin cesedine bir türlü ulaşılamadığından suçlunun kesin olarak kim olduğu bilinmiyordu. Avukat Petrocelli, ünlü futbolcuyu savunuyordu ve yine çok iyi hazırlanmıştı. Petrocelli duruşmaya çıkar ve; ‘Sayın jüri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum! Buna az sonra sizler de inanacaksınız! Neden mi? Bakın şimdi 1’den 10’a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğünü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek! 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10!’ Jüri, yargıç ve mahkeme salonundaki herkesin bakışları bir anda kapıya yönelir. Ancak kapıdan herhangi bir gelen kişi yoktur. Jürinin bakışları yeniden Petrocelli’ye döner! Petrocelli öldürücü hamlesi için hazırdır; ‘Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz! Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız! İşte karar! Buna güvenmenizi talep ediyorum!’
Petrocelli davayı kazandığından adı gibi emindir. Karar açıklanır! Jüri, ünlü futbolcunun suçlu olduğuna karar vermiştir. Petrocelli şok içindedir. Duruşma sonrasında hemen jürinin yanına gider ve bu kararı nasıl verdiklerini sorar; ‘10’a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karar verdiniz?’
Jüri başkanı gülümser ve ‘Siz dersinizi çok iyi çalışmışsınız Bay Petrocelli! Ancak aynı şeyi müvekkiliniz için söylemeyeceğim! Siz 10 dediğiniz anda hepimiz, tüm salon kapıya yöneldik. Mahkeme salonunda kapıya doğru bakmayan sadece bir tek kişi vardı, o da müvekkilinizdi!’
Vay be demiştim okuyunca! Avukat davayı kaybetmişti ama tarzıyla kalbimi fethetmişti!
Ve ondan sonra heyecanla takip ettiğim hatta takip dünya olarak takip ettiğimiz başka bir dava daha çıktı karşıma; Meşhur O.J. Simpson davası!
Bilmem hatırlar mısınız hikayeyi; Ünlü Amerikan futbolu yıldızı ve aktör O. J. Simpson, eski eşi Nicole Brown Simpson’ı ve garson Ronald Lyle Goldman’ı, 1994’ün Haziran ayında öldürdüğü iddiasıyla yargılanıyor. Jüri, 3 Ekim 1995’te kararı açıklıyor ve Amerikan tarihinin en medyatik ceza davası, 8 aydan fazla süren yargılamanın sonucunda Simpson’un beraat etmesiyle sonuçlanıyor!
Olay yerinde toplanan kan örnekleri arasında Simpson’ın da kanı bulunmuş, ayakkabısının izlerine rastlanmıştı. Hatta evinde, arabasında da bu izlerden bolca vardı. Tüm kanıtlar, onun suçlu olduğunu sadece söylemiyor adeta haykırıyordu! Ama avukatları öyle bir öneri ortaya attı ki duruşmanın seyri bir anda değişti; eğer katil O.J. Simpson ise olay yerinde bulunan eldiven onun eline uymalıydı eğer uymuyorsa masumdu! Öneri kabul Edildi ve Simpson eldiveni denedi. Eldiven eline uymadı ve tarihe damga vuran bu davada tüm şüpheler onu gösterse de tüm deliller aleyhine olduğu halde O.J. Simpson, beraat etti!
Bu bir avukatlık becerisiydi hatta sanatın ta kendisiydi! Her şey aleyhine olduğu halde onu beraat ettiren işte o savunma dâhileriydi!
Niye derseniz? Hiçbir zaman net olarak bilinemese de denen o ki, eldivenlerin uymama sebebi, Simpson’ın, avukatlarının önerisiyle kullandığı ilaçları kesmesi ve bunun sonucunda da ellerinin şişmesiydi!
O.J. Simpson, geçtiğimiz hafta, 76 yaşında, kanserden öldü! Şimdi tüm dünya merakta, öldürdüğü iddia edilen eski eşi Nicole, elinde eldivenleriyle bekliyor mudur acaba onu orada?
Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır nasılsa;
Kah burada kah öbür tarafta!
…………………………………….*…………………………………
Turizm İcadı
Gündeme damgasını vuran o feci olaya girmeden önce, geçmişe dönelim biraz, gelin hadi!
Avrupa’da ilk teleferik, 1908 yılında İtalya’nın Bolzano kentinde faaliyete geçmiş. Fransa’da ise ilk teleferik 1924 yılında Mont Blanc Dağı’nda, orada oteli olan Josef Staffler tarafından yapılmış. Böylece aşağıdan atlı arabayla zar zor ulaşılan yamaca, 15 dakikada çıkılmaya başlanmış!
Biliyor musunuz bu yıl turizmin bu icadının 100. yılı yılı kutlanıyor Avrupa’da! Gerçi bu bilinen tarih, teleferiğin ilkel halleri çok daha önceden kullanılıyormuş belli ki! Dağa çıkmak için ille de dağcı olmak gerekmediğini, ilk kez Bolzano’lu o işadamı gösterdi.
Bakıldığında teleferiğin icadından itibaren, “şehir insanlarını doğayla buluşturmak- dağa çıkartmak” turizmin önemli parçalarından biri olmuş. İlk başta füniküler daha cazip gelse de inşası zor ve masraflı olduğu için teleferik kısa zamanda, popüler günlerine geri dönmüş. Bence de dönerek iyi yapmış çünkü hem doğaya çok da zarar vermiyor hem de istenirse binlerce metre yükseğe çıkabiliyor.
İşte bu masum, kendisi küçük etkisi büyük alet, bayramda bir faciaya yol açtı! Bayram tatili dolayısıyla yoğunluk yaşanan ‘Tünektepe Teleferik Tesisi’ndeki direklerden birisi devrildi. Devrilen direğe çarparak parçalanan kabindeki 8 kişi kayalık alana düştü. 1 kişinin hayatını kaybettiği 10 kişinin yaralandığı kazada teleferikte mahsur kalan yolcular, 22 saatlik zorlu bir çalışma sonucu kurtarıldı. Kazaya ilişkin düzenlenen bilirkişi ön raporuna göre teleferik direklerinin bağlantı noktalarında yer alan bağlantı elemanlarının yetersiz oluşunun ve korozyona uğramasının ayrıca makara sisteminin de hasarlı olmasının, kazanın yaşanmasına neden olduğu belirtildi!
Diyecek, söyleyecek, sövecek öyle çok şey var ki! Dışardaki binalarda neden çelik konstrüksiyon kullanılmıyor? Yağmurda, selde korozyona uğrama ihtimali niye düşünülmüyor? İnsan hayatı bu kadar değersiz mi ki her şeyin ucuzuna kaçılıyor?
Hiçbirine cevap verilmiyor tamam da bunu bari cevaplayın;
Onca acı- facia yaşanıyor da neden ders alınmıyor?
Ha bir de, şehir insanlarını dağa çıkarmak çok mu gerekiyor?
……………………………………….*………………………………………….
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Saldırısı: Dünyayı etkiledi! İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği’ni vurmasından itibaren endişeyle beklenen İran misillemesi gerçekleşti! İran, insansız hava araçları (İHA) ile İsrail’e düzenlediği saldırı ile 3.Dünya Savaşı’nın start’ını mı verdi yoksa itibarının iadesini mi gerçekleştirdi bilinmez ama görünen o ki Ortadoğu yangın yeri, alevleri bize sıçramasa bari!
Haftanın Hastalığı: Sadece ülkemizi değil dünyayı tehdit ediyor maalesef! Dünya Sağlık Örgütü, dünya genelinde hepatit B ve C enfeksiyonları nedeniyle her gün 3.500 kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı! Viral hepatitten yılda 1,3 milyon kişinin öldüğü kaydedilirken, hepatitin, dünya genelinde bulaşıcı hastalıklar nedeniyle yaşanan ölümlerin ikinci en büyük sebebi olduğu belirtildi! Gizli ve sinsi ilerleyen bu hastalık, oldukça ciddi, herkes çok dikkat etmeli!
Haftanın Projesi: Akıllı telefonlardan sonra akıllı yollar! Kooperatif ve Akıllı Ulaşım Sistemlerine (K-AUS) Yönelik Merkezi Yazılım Platformu Geliştirilmesi Projesi ile akıllı yolları kullanan araçlar diğer araçlarla ve yolun kendisiyle haberleşecek böylece kaza riski en aza indirilecekmiş! Ciddi bir alt yapı ve teknolojik sistemler gerektiren bu proje ile en büyük sorunlarımızdan biri olan trafiğin rahatlaması ve kazaların önlenmesi, en büyük dileğimiz! Bence başarabiliriz!
Haftanın Yiyeceği: Büyük polemiklere damgasını vuran ‘ıstakoz’ oldu elbet! AK Parti İzmir Milletvekili, gazeteci Şebnem Bursalı’nın, bayram tatilinde gittiği Monaco Yat Kulübü’ndeki bir lokantada yediği ıstakozu, sosyal medya hesabında paylaşması büyük yankı uyandırdı! Bu paylaşımı, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı içindeki halini, açlık sınırında yaşayan onca insanı görmezden gelerek yaptığı gerekçesiyle eleştirilen Bursalı, açıklama yaparak kamuoyundan özür diledi! Böyle bir paylaşıma gerek var mıydı tartışılır ama ülkede yaşanan onca olayın yanında buna takılmaya da gerek yoktu zannımca! Memleketin asıl sorunlarından uzaklaşmasak mı acaba!
Haftanın Başarısı: Ülkemizin kadınlarından geldi yine! Basketbol FIBA Kadınlar Avrupa Ligi şampiyonluk maçında Fenerbahçe, Fransa ekibi Villeneuve d’Ascq LM’yi 106-73 yenerek FIBA Kadınlar Avrupa Ligi’nde üst üste ikinci kez şampiyon oldu! Euroleague ‘de üst üste 2. kez Avrupa’nın en büyüğü olan Fenerbahçe’yi ve başarılı kızlarımızı yürekten kutluyorum! Türk kadını olmaktan gurur duyuyorum!